Kayıtlar

Eylül, 2011 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Sarah Powers'la Yin& Yang

Resim
Ne yaşadığımız kızgınlığımız karaciğerlerimizden ayrı, ne duyduğumuz endişelerimiz dalağımızdan, ne korkularımız böbreklerimizden, ne de çektiğimiz keder akciğerlerimizden ayrı değil. Bunu bilmek bir açıdan ürkütücü, bir açıdan aydınlatıcı bir hal alıyor insanda. Sanki beden ve zihin ikiye ayrılmış gibi öğretildi bana. Ya da bana öyle öğretmediler ama ben öyle anladım eskiden bu yana. Aslında bir bütünüz. Zihnin, ruhun ve bedenin bir bütün. Zihninde, kalbinde oluşan her hangi bir his, ilk anda organlarına zarar vermeyecek gibi düşünebilirsin, ama uzun vaadede vereceğini tahmin etmek zor olmuyor. Sadece bir bedenimiz yok. Çeşitli beden kılıflarımız var, yogada ‘kosha’ dediklerimiz. Fiziksel beden, gözle gördüğümüz ve yiyecekle beslenen, doğan, büyüyen ve yaşlanan, ölen beden. Bunun üzerinde dört beden daha var. 2.Enerjisel beden / Pranamaya kosha 3.Duygusal beden/ Manomaya Kosha 4.Zihinsel beden / Vijnanamaya kosha 5.Ruhsal beden/ Anadamaya kosha Fiziksel bedenimiz sadece diğ

Zihnin nefesi

Resim
İlk yogaya başlarken asanaların üzerinde durmak, onlar üzerinde yoğunlaşmak daha önemli, hatta yeterli gelmişti bana. Hareketleri ne kadar yapabiliyorum, bacaklarım ne kadar esnek, bileklerim ne kadar güçsüz gibi detaylar mutlu ya da çok mutsuz eder olmuştu beni ara ara. Meditasyonda otururken zihnimin bir türlü sakinleşmemesi, “ne zaman bitecek de hareketlere geçeceğiz” düşüncesi meditasyonumun tam ortasında, vızır vızır vızırdayan bir sivri sinek gibi yerleşip duruyordu. "Zamanla asanalardan meditasyona doğru bir istek oluşacak içinde" demişti biri, kim olduğunu hatırlamıyorum şu anda ama saygı ve sevgimi yolluyorum. Ne kadar da doğruymuş. Meditasyon yapmaya başladığımda, fazlasıyla zorlanmıştım. Düzenli bir hale gelmesi, her şeyden zordu. Kaçmak için binlerce bahaneler, yalanlar söyleyebiliyordum kendime. Bir gün bir güne uymuyor hiçbir zaman, ama başlarda beş dakikanın geçmesini beklerdim, geçmek bilmezdi. Disiplin kelimesi, geçenlerde Defne Suman’ın yazısında okuduğum