Ve biz de bir zamanlar böyleydik

Çocuklar, birer mucize hepsi. Çok klişe bir tanımlama, ama tek açıklaması bu gibi geliyor. Pırıl pırıllar, tertemizler, bomboş bir sayfa. Bir o kadar da önemli, nelerle, kimlerle, kimler tarafından sayfanın dolacağı…

My Neighbor Totoro filminden. 

Pazar sabahı 3 yaşındaki yeğenimle birlikte ailecek dışarıda kahvaltı ederken, arka masadan minik bir misafir yaklaştı. Yaklaşık 2,5 yaşında bir kız çocuğu, hemcinsi olmayan yeğenimin sandalyesine doğru geldi, sonra birbirlerine baktılar. Yüz yüze, yakından incelediler yüz hatlarını. Gözler tertemiz ve ilk soru:

- Senin adın ne?
-Peki, senin ki?

Ve orada, o soru ve o bakışla kuruldu arkadaşlık. Küçücük bir el, kocaman bir sevgiyle dokundu yeğenimin sırtına, hiç çekinmeden ve takılmaya başladılar bir arada. Kahkahalar, çığlıklar, atışmalar, beraber resim boyama falan derken, tüm masa hayranlıkla, şaşkınlıkla bu iki çocuğu izledik.

Ben çok imrendim. İçtenliklerine, açık kalpliliklerine, cesaretlerine. Ufacık bir art niyet olmadan, sevgi tüm açıklığıyla orada duruyor ve öylesine rahatlar ki: Gel de imrenme!

Masaya gelen çocuk dibine kadar yaklaşmaktan çekinmiyor, içinden geldiği gibi davranıyor. Ve eminim anlaşamasalar da, sorun olmayacaktı. Belki bir an kızacak, bozulacak, ne hissediyorsa, serbest bırakacaktı ve birkaç dakika sonra kendi haline geri dönecekti.

İmrenme, hayranlık kısmına geri gelelim: Ve biz de bir zamanlar böyleydik. Maskesiz. Çocuktuk. Nefesimizle, içtenliğimizle, hayatı doyasıya tadan, gülen, bağıran, dilediğimiz gibi kendimizi ifade eden, kendimizi sınırlandırmayan. Büyümek şart, sıkıyorsa büyüme. Ama bu muhteşem, mucizevi yanları da es geçmemek lazım.

Ne oldu da, başımıza neler geldi de, sevgi dolu özümüze mesafeler koyduk... Yok saydık, hor gördük içimizdeki çocuğu. Burun kıvırmaları, ön yargıları, tedirginlikleri, kalp yaralarını, özgüvensizliği, güvensizliği, kendimizi sevmemeyi, sevgimizi başkalarına gösterememeyi, korkmayı, tüm bu ve benzeri durumlar ne ara bize uğradı ve yerleşti? Çok mu çaba harcadık özümüzü kaybetmek için ya da tam tersi mi?

Balasana- Çocuk duruşu:
Çizim anlaşıldığı üzere bana ait, ilk denemelerim.

Çocuklar ve hayvanların bana çok iyi gelmesinin nedeni (birçok kişi aynı fikirde olabilir benimle), hayatı (dışarıdan zorlayıcı-baskıcı müdahaleler gelmediği müddetçe) içinden geldiği gibi yaşamalarından kaynaklanıyor. Bir adım ötesi: Hayatı seviyorlar. Dondurmasını yiyen çocuk, sokağın ortasında güneşin altında uyuyan kedi, o anda orada ve her şeyin o anda olması gerektiği gibi gerçekleştiğini bilen, derin bir bilgeliğe sahip. Bu hissi bırakıyorlar yüreğimde.

Yoga yaparken, Balasana, yani çocuk duruşu, içimizdeki tüm bu fazla büyümüş halleri, kalıpları, bedeni, özellikle sırtı yumuşatmak ve rahatlatmak için harika bir duruş. Dikkati nefese odaklarken, karın bölgemizdeki bütün organlar masajlanıyor, omurga esniyor ve uzuyor, yere doğru beden bütün ağırlığını bırakıyor. Balasana, öze dönüş duruşu. 

Bir çocuk, hiç tanımadığı bir çocuğa adını sorup, elini tutabiliyor. İsterse de ağlar, isterse de güler. Kimin umurunda? “Çocuk işte” derler, bir mazeret sanki. “Çocuk işte” sığınılacak bir bahane değil, sığınağımız her daim. Varsa, kaldıysa içimizde öyle bir yer, ulaşmalıyız bir an önce. İyi gelecek, çok.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İlk kez yoga dersine gideceklere tavsiyeler

108 sayısı...

Zora dayanmak