Kayıtlar

2014 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Yalnızca Yoga Eğitmenleri İçin

Resim
Yoga nedir? Kimler yoga yapabilir? Yoga bir spor mudur? Yoga yaparken, spiritüel, felsefe kısımlarını dahil etmemek mümkün mü? Yoga, kimindir? Kimin yoga yaptığını veya yapmadığını hatta yapamadığını kim belirleyebilir?  Bu sorular son zamanlarda sadece Türkiye'de değil (belki burada daha çok), tüm dünyada tartışılmaya devam ediyor. Bunun en güzel örneğini, kalpten ve akıldan geçen soruların bir özeti olarak tanımlayabildiğim bu videodan   (Who Owns Yoga/ AlJazeera)  izleyebilirsiniz. Üstte saydığım sorulara, bir de benim gibi eğitmenlik kısmıyla ilgilenenlere dair sorular eklenmeye devam ediyor. Kim yoga eğitmenidir? Yoga eğitmeni dediğin Sanskrit dilinde tüm yoga pozlarının isimlerini bilmeli midir, her yoga pozunu yapmalı mıdır, yoksa yogayı hayatına, haline, tavrına, konuşmasına, yazmasına, egosuna, her yerine yansıtmayı araştırmalı mıdır? Araştırma hali, çok iyi geliyor.  Bir adım ötede, yoga yapandan çok, yoga eğitmenliği programlarına katılıp, eğitmen olmak isteyen kiş

Güzel, estetik, fit, ileri seviye yoga fotoğrafları üzerine...

Resim
Instagram kullanmayı çok seviyorum. Takip ettiklerim arasında yoga eğitmenleri, stüdyoları da yer alıyor… Gün içinde birbirinden güzel pozları görmek iyi hisler uyandırıyor. Ancak bir süre geçtikten sonra fark ettim, takip ettiğim yoga fotoğrafları arasında ağırlıkla kol denge duruşları, ters duruşlar, tek elli duruşlar dışında bir şey yer almıyor. Yerde bir kelebek pozuna denk gelmiyorum veya oturarak yapılan bir twiste/ burgu hareketine ya da çocuk duruşuna. Herkesin pratiği birbirinden ayrı, ama öyle bir algı yaratmaya başlıyor ki insanda, yoga sanki bu “ileri seviye” ve “karışık” ve “zor” ve sonsuz “estetik” pozları yapmaktan ibaret. Şunu iyi biliyorum, güzel olanı seviyoruz. Güzel olan iyi reklam oluyor. Fit olan, ince olan, hem anne olup hem de çocuğu ile pıtır pıtır bir kol duruşundan bir diğer kafa duruşuna geçen ilgimizi çekiyor özellikle kadınların. Hepsini anlıyorum ama dün akşam matımın üzerinden uzanırken, neden yoga yaptığımı düşündüm. 

Tek idolüm sensin...

Resim
Yeşil ağaçlar, rüzgar nasıl değerse öyle sallanıyorlar. Sarsılmıyorlar, kökleri kuvvetleri. Gelen, esen, konan her neyse kabul. Karşımda duran çam ağacına bakıyorum, her dal ayrı oynuyor. Dans bu olsa gerek. Bazı noktalar sabit, bazı noktalar kıpır kıpır. Doğa, doğallık bu. Her şeyi tek düze tutma, kontrol etme ve zorlama gibi derdi yok doğanın. Ses çıkıyor yapraklardan, kalbi okşuyor ses, bazen hafif bir ürpertiyor teni ama sorun yok. Zira, sorun yok. Olan her ne ise, doğal, olan doğa, olan akış, olan hayat. Ve uzaktan biraz dikkatlice bakınca, tüm dikkati bu ulu, kutsal ağaçlara verince, içeride kabaran tüm duygular, düşünceler sakinleşiyor, havalanıyor. Gerekince, gelen şey bunu almaya geldiyse kendinden bir şeyler feda etmekte de hiçbir cimrilik yapmıyor ağaç. Bırakıyor dalını, kırıyor ve kaldığı yerden devam ediyor. Bir ağaçtan ders alınacak, örnek alınacak çok şey var. En büyük yol göstericim ağaçlar; güzelliğine, yumuşacık ama bir o kadar

Akışsa hayat, artık bir tekneyim…

Resim
Nedendir bilinmez. Yaşadığımız her şey. Birileri ile tanışırız, bir yerlere gideriz, bir şeyler yaşarız. Yanlışlıkla ağaç dallarının altına girdiğinde, yüzüne değen örümcek ağları misali, birbirimize şeffaf, görünmeyen, ara sıra fark ettiğimizde ürperten ağlarla bağlıyız. Sanki kocaman bir örümcek var, yıllar, yüzyıllar önce başlamış ağlarını örmeye. Biri demiş Havva, biri demiş Adem, biri demiş başka bir şey ve tüm zamanları, mekanları, olayları, insanları, canlıları örmüş birbirine. Tek bir ipte. Tek bir çizgide. Başı nerede, sonu nerede? Hepsi tek bir nokta gibi. Ötesi yok, sonsuz, baktıkça gözleri zorlayan bir ufuk. Son aylarda her şey hızlı oldu hayatımda. Geçen 3-4 yılda kendimi çok bırakmak istediğim akış yerine, sürekli sınırlar koymaya, kendimi bir sahile bağlamaya, aynı kara parçasında yaşamaya, olabildiğince güvenli, temkinli ritimde hareket etmek için büyük bir efor harcadım. Şehrin ortasında, bir apartman olmak istedim. Kendime &

Gün içinde bir es: Nef-es

Resim
Yepyeni bir yol var aslında her gün önümüzde.  Her nefesin bir başlangıç olduğunu unutalı ne kadar oldu? Sanki sürekli, taş üstüne taşlar koyarak kendimize kuleler, şatolar, saraylar inşa ediyoruz. O kadar eminiz ki, her şey bizim. Her şey garantide. Güvendeyiz.  Almak,çoğalmak, artmak, en sevdiğimiz şekiller.   Peki, neden hala bir yan tatminsiz, eksik ve bu kadar ürküyor her yeni nefesten? Her alış, bir veriş getiriyor. Nefesin alma verme dengesi, tüm yaşam kalitemiz, sağlımız için her şeyden önemli. Nefesi aldığımız gibi, nefesi vermeyi de öğrenmemiz gerekiyor.  Almak, tekrar almak, biraz daha eklemek, büyümek en çok istenilenler. Sadece olduğumuz halimizle, gerçekten olduğumuz halimizle, yeterince güçlü değiliz izlenimi var bir yerlerde. Güç, daha çok almaktan, daha büyük gözükmekten, daha sert olmaktan, daha çok çalışmaktan, daha çok meşgul olmaktan, daha çok biriktirmekten, istiflemekten, ismimizin önüne bir şeyler eklemekten, özgeçmişimizin altına deneyimler yazm

C-esaret

Resim
Yazı yazmaya yazmaya, zor geliyor tekrar boş sayfa önüne oturmak. Son sıralarda derslerimde ve kendi pratiğimde, hayatımda cesaret konusu ön plana çıktı “kendiliğinden”... Gitmek istediğim yerin manzarası. Ocak 2014- Güzelbahçe Kendi güvenli sayfaların arasında iki üç kelime karalamak böyle değil, ama şimdi belki kimse okumayacak, belki hiç tercih etmediğim kişiler okuyacak  bu yazdıklarımı. Biraz cesaret gerekiyor her şeyde. Basit bir yazıda bile. Cesareti nereden almak gerekiyor? Düşünüyorum. Bazen yukarıdan,  gökyüzünden.  Bazen aşağıdan, topraktan. Bazen, mümkünse, yakalayabildiysen içinde bu ikisine uzanmayı, dokunmayı, o zaman tam içinden geliyor galiba cesaret. Kalbinden, karnından hem gökyüzüne, hem toprağa doğru uzanan bir nehir oluyor insan ve bütünleşiyorsun her iki yönle. Bir oluyorsun. Cesur bir limon, Ocak soğuğuna inat güçlü, sarı ve zarif. Ocak 2014- Güzelbahçe.  Çok cesur biri olduğumu düşünmüyorum, ama yakaladığım zaman da o hissi, müthiş