Kayıtlar

2011 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Öz hep öz

Resim
Bir sayfa kapanmaya hazırlanıyor, yepyeni bir defter açılacak sanki. Temiz. Kirletilmemiş. Bir şeylerin devamı gibi, ama her yıl kendi içinde yeni, kendi içinde yaşanılmamış. Büyüyor gibiyiz, yaşlanıyor, eskiyor, yoruluyor, ara ara böyle oluyor. Ama bir yandan deneyim kazanıyoruz, olgunlaşıyoruz, hayatı biraz daha yaşıyoruz. Hayat bize yeni yılda neler getirecek, bir beklenti, bir umut hatta binlerce. Değişen ne var, mevsimler, dış bedenler dışında diye soruyorum kendime. Özümüz? Öz hep öz. Öz , zor bulunası bir nokta ama herkesin içinde mevcut. Çiçeğin, filin, yaprağın, kalemin. Öz, her yerde, herkeste var. Ona yaklaşmak nasıl oluyor, kaç kez deneyimledim bilmiyorum ama oluyor ve acayip bir his. Yoga yapmaya başlayınca, ilk başlarda harika etkiler alınıyor bunu kabul ediyorum. Daha güzel bir uyku, daha çok hayat enerjisi, daha az sırt ağrısı, daha az stres. Ama aslında özünü tanımaya başlıyorsun, artık kaç sene geçtiyse üzerinden, buluşamadığın o özünle yakınlaşmaya, koklaşmaya, he

Gözler

Resim
Yoga hakkında okumak çok güzel. Yoga hakkında yazı yazmak da iyi geliyor bana. Ama yoga yapılmaktan ibaret. Hakkında konuşulacak çok şey de yok diyip geçebiliriz, katılıyorum. Yap yoganı ve sana kalsın. Herkesin yolu kendine. Ancak öyle anlar oluyor ya da kişilerle karşılaşıyorsunuz ki, baya keyifli oluyor bu konuşmalar, yazışmalar. Blogumu yazmaya başlarken bir amacım var mıydı? E biraz kendimi tanıtayım, biraz içimdeki heyecanı yansıtayım, içimden geçenleri paylaşayım… Tüm bunları istedim elbet.  Yola çıkarken başına neler geleceğini bilemiyorsun ya, öyle oldu bu blog deneyimi de benim için. İlk başta yazarken kendi arkadaşlarıma, aileme okutmaya çalışıyordum. Bir süre sanki sadece kendim yazıp kendim okuduğumu sanıyordum. Sonra geri dönüşler olmaya başladı, acı-tatlı , şaşırdım çünkü yazdığım bende kalmıyordu, hiç ummadığım gözlere değiyordu. Bu arada acı ve tatlının birarada olduğu tadları çok severim. Yoga dersi vermekten acayip keyif alıyorum. İddialı değilim, iddianın yogad

İyi titreşim iyi gelir

Resim
Çok sevdiğim Ganesha. İnsanın evi ne kadar da önemli. Evimiz dört duvarımız. İçinde yaşadığımız, nefes aldığımız. Ne fırtınalar kopuyor içinde bazen, kalbimiz bir hızlı bir yavaş atarken, nereye gidersek gidelim, dönebileceğimiz noktanın orası olduğunu biliyoruz. Evimiz. Hem içimizdeki, hem de gerçekten betondan olanı… Kış olunca, evde geçirilen zaman da artıyor. Arkadaşlarla bile daha sık evde buluşuluyor, sohbetler yayılıyor. Güneşli kış günlerini kimse kaçırmaz bence, atar kendini sokağa ve güzel bir yürüyüş, ardından mis gibi bir kahve yudumlar yine döner gelir evine. Daha öncede bahsetmiştim yazılarda, her mekanın bir enerjisi var. Her insanın, her canlının olduğu gibi. İnsanın ağzından daha bir söz çıkmadan, aurasından yayılıveriyor tüm enerji. Ya karşımızdakinin enerjisi uyuyor, ya da uymuyor, hep ihtiyacımız olan enerjiyi çekiyoruz, hani çok sevdiğiniz bir dostunuzun yanından kendinizi harika hissedersiniz ya, işte bu sizi tamamlayan, sizinle uyumlu bir enerji oluyor.

Abartmaya lüzum yok

Resim
Aylardan Kasım. Gökyüzünde dolunay. Akrep dönemi etkisini hissettiriyor. Ay burcu Akrep olan biri olarak, bu aralar hisler daha yoğun, daha da derin. Hislerime güvenmediğim hiçbir zaman olmadı. Hislerim beni asla yanıltmadı. Hislerime kulak vermek beni huzursuz etmedi, hisler sevimsiz olsa da. Çok aşırı “mantıklı” hareket etmekse, tam tersine içime sinmedi, sinemedi, sinmesin. Ama elbette denge, tepede ay tam haliyle ışıldarken, içeri doğru sessizlik, metcezir kabarıklığına bir es verilebilir. Uykulu hallere, yüksek beklentiler eklenince, sanki buğulu bir aynaya bakar gibi oluyor insan. Hani aynayı silmek için kolonya gibi bir şey sıkarsın, görüntü düzeleceğine iyice bulanıklaşır ya, öyle bir döngü oluşabiliyor bu uyku halinde sanki. Bazen bir görüntü yansıyor, sen gördüğünü sanıyorsun, ancak bir rüya, olmadığın bir şey, olmak istediğin bir şey, zamanla bir kabus, ama sen değil. İyi de bu kendini görmek, uyanmak, kendini bilmek nedir? “Ve insan kendisini bilince her şeyi bildi, deme

Ak ve kara

Resim
Yin ve yang. Karanlık ve aydınlık. Birbirinden ayrılamayan, birbirini besleyen, dengesizliğiyle denge kuran bir bütün. Hayat. Hayat hep beyaz değil. Hayat hep sevimli değil. Hayat hep mutluluk değil. Olaylar beklenmedik bir hal aldığında, en çok zorlandığımız anlar ortaya çıkıyor sanırım. Hayat hep siyah değil. Hayat hep acı değil. Hayat hep üzüntü değil. Tıpkı yin ve yang sembolü gibi, ikisi de içinde birbirini barındırıyor. Denizin bir dalgası gibi dalgalanıyorlar birbirlerinin içinde, birbirlerine doğru. Her şey istediğimiz gibi gitse, hayat hayat olmaktan çıkardı. Başka bir şey olurdu, anlamsız bir şey olurdu, her şeyde bir anlam var, anlamı anlamaya çalışmakta fayda var. Zor günlerden geçiyoruz. Ne yapmalıyız? Korku sardığında tüm noktalarımızı, bencilleşme halimiz de çoğalıyor. Önce kendi ailelerimizi düşünüyoruz, önce kendimizi, önce kendi çocuğumuzu, önce kendi milletimizi, önce önceliklerimizi. Pazar günü deprem haberini alınca çok üzüldüm, çok kor

Sarah Powers'la Yin& Yang

Resim
Ne yaşadığımız kızgınlığımız karaciğerlerimizden ayrı, ne duyduğumuz endişelerimiz dalağımızdan, ne korkularımız böbreklerimizden, ne de çektiğimiz keder akciğerlerimizden ayrı değil. Bunu bilmek bir açıdan ürkütücü, bir açıdan aydınlatıcı bir hal alıyor insanda. Sanki beden ve zihin ikiye ayrılmış gibi öğretildi bana. Ya da bana öyle öğretmediler ama ben öyle anladım eskiden bu yana. Aslında bir bütünüz. Zihnin, ruhun ve bedenin bir bütün. Zihninde, kalbinde oluşan her hangi bir his, ilk anda organlarına zarar vermeyecek gibi düşünebilirsin, ama uzun vaadede vereceğini tahmin etmek zor olmuyor. Sadece bir bedenimiz yok. Çeşitli beden kılıflarımız var, yogada ‘kosha’ dediklerimiz. Fiziksel beden, gözle gördüğümüz ve yiyecekle beslenen, doğan, büyüyen ve yaşlanan, ölen beden. Bunun üzerinde dört beden daha var. 2.Enerjisel beden / Pranamaya kosha 3.Duygusal beden/ Manomaya Kosha 4.Zihinsel beden / Vijnanamaya kosha 5.Ruhsal beden/ Anadamaya kosha Fiziksel bedenimiz sadece diğ

Zihnin nefesi

Resim
İlk yogaya başlarken asanaların üzerinde durmak, onlar üzerinde yoğunlaşmak daha önemli, hatta yeterli gelmişti bana. Hareketleri ne kadar yapabiliyorum, bacaklarım ne kadar esnek, bileklerim ne kadar güçsüz gibi detaylar mutlu ya da çok mutsuz eder olmuştu beni ara ara. Meditasyonda otururken zihnimin bir türlü sakinleşmemesi, “ne zaman bitecek de hareketlere geçeceğiz” düşüncesi meditasyonumun tam ortasında, vızır vızır vızırdayan bir sivri sinek gibi yerleşip duruyordu. "Zamanla asanalardan meditasyona doğru bir istek oluşacak içinde" demişti biri, kim olduğunu hatırlamıyorum şu anda ama saygı ve sevgimi yolluyorum. Ne kadar da doğruymuş. Meditasyon yapmaya başladığımda, fazlasıyla zorlanmıştım. Düzenli bir hale gelmesi, her şeyden zordu. Kaçmak için binlerce bahaneler, yalanlar söyleyebiliyordum kendime. Bir gün bir güne uymuyor hiçbir zaman, ama başlarda beş dakikanın geçmesini beklerdim, geçmek bilmezdi. Disiplin kelimesi, geçenlerde Defne Suman’ın yazısında okuduğum

Bulutların sözü var

Resim
Ormanın tam kenarındayım, iki fener sağ yanımda rüzgara karşı ışığını yaymak için ufak bir çırpınışta, Ağustos Böceği sesleri duyuyorum hafif uzaklarda, burnumda annemin koklattığı taze kokulu lavanta ve gökyüzündeki yıldızlara bakıyorum. Bulutlar bana doğru yolu göstereceklerine dair söz verdiler dün gece. İnanıyorum onlara... Dün doğum günümdü, yeni bir yaşa adım attım. Sembolik başlangıçlar ne garip, insanı düşündürmüyor değil, 27 olunca ne oluyor? Ne olacaksa iyi olsun dileğim. Yaşlanmakla deneyim kazanmış olmak aynı şey değil, bunu hem öyle hissettim, hem de çok sevdiğim bir kitaptan okudum. Yaş kaç olursa olsun, hayata güvenerek, başının üzerinde her zaman aynı gökyüzünün olduğunu bilebilmek, bunu bulabilmek önemli olan. Zaman denen kavrama dair kafamıza kazınanları iyice düşündüğüm bir döneme girmiştim zaten. Şu andan daha önemlisi yoktu, hatıralar vardı iyi gelen, can yakan, yarınlar vardı panik yaratan, umut doğuran insanın kalbinde ama yine bir anlamı yoktu şu andan sonrası

Burkulmuş hassasiyet

Resim
Sağlık ne kadar önemli. Bu her gün, her an söylenen bir cümle. Gerçekte ne kadar uygulanıyor? Aslında başına bir şey gelmeden uygulanmayan bir konu bence sağlığa özen, hassasiyet göstermek. Hassasiyet ne kadar önemli. Bir an durup, yaşadığının gerçekten farkına vararak, aslında o kadar da kendine iddia ettiğin kadar farkında olmadığını anlayarak, sağlığın öylesine dergi sayfalarında yer alan bir konu olmadığını hatıralayarak gele gele konu her zaman gelmesi gereken noktaya geldi bugün benim için. Hassasiyet. Godfrey Devereux notlarımı karıştırmak istedim, “sadece Patanjali dedi diye değil, hayatın temeli hassasiyettir” demiş, öyle yazmışım. Derslerde her zaman hatırlattığım bir cümle, “lütfen bedeninizi dinleyin ve hassas olun, nazik davranın”. Bileğimi burkmam problem değil, olabilir. Ama sonrasında doktora gitmeyi geciktirmem yine bir hassasiyet eksikliği. Yoga yaparken değil, tenis oynarken sol bileğimi burkttum. Çok hafif bir burkulma diye düşündüm ve buz koy, krem sür, biraz

Eksik olma rüzgar

Resim
İstesen de, istemesen de değişiyorsun. Fikirlerin, düşüncelerin, görüntün değişiyor zaman denen garip kavramla birlikte. Etrafındakiler, bulunduğun mekan, kurduğun cümleler, cümlelerinin anlattıkları, dinlediklerin. Değişiyor. Artan ve eksilenler hep bir uyum halinde, sevsen de sevmesen de değişiyorsun. Tutamıyorsun elinde bir şeyleri. Ne anlam yüklemeye çalıştığın başarını, ne yaşını, ne sevdiklerini, ne kendini. Derin bir umursamazlık hissediyorum şu anda. Öylesine umrumda değil her şey. Oysa birkaç gün önce daha farklıydım. Her şey ne ciddi, ne önemli geldi. Hisler gelip geçiyor, düşünceler büyüyor küçülüyor. Anlar nasıl geçiyorsa, onlar da geçiyor gidiyor... İnsan kuş misali, uçuyor ordan oraya, konuyor, yoruluyor ve tekrar dinleniyor. Son birkaç gündür hep ayla suyun kesişmesini izledim. Gözlerim baktı ayın ışığına koyu mavi sularda. Hiç bir zaman denizin rengini  farklı düşünmemişimdir. Mavidir ve tonlarıdır, gece bile bunu hatırlatırım kendime: "Siyah değil gördüğün renk,

Durmanın dayanılmaz hafifliği

Resim
Ufak bir İzmir’i ziyaretten sonra, kendimi Jiva’da buldum. Perşembe sabah ve akşam dersinin ardından kendimi Yin yoga dersinin içine bırakıverdim. Sabah güçlü, akşam da daha sakin bir Hatha dersi vermiştim. Her dersin yeri ayrı, hepsinin tadı farklı. Güçlü halin sakinliğe doğru geçişi acayip bir deneyime dönüşebiliyor. Yin yoganın ardından kendimi dün akşam harika hissettim. Ruhum lokum gibi olmuş, yumuşak ve tatlı bir hal, mis… Bu demek değil ki, her Yin yogadan sonra insan böyle olur. Hayır, her türlü hal mümkün, bu benim sadece dünkü halimdi. Hiçbir hal olmak zorunda değil, herkesin yolu, hisleri, düşünceleri ve deneyimleri kendine, kendince. Jiva’nın tatlı Yin hocası Derya’nın dersinde, kalabalığa rağmen kendime bir yer bulabildim. "Yaz geldi, yoga rafa kalktı, ertesi mevsime” düşüncesini akşamki derslerin kalabalıklığı yıkıyor. Şaşırıyorum, mutlu oluyorum. Benim için gerçi hiçbir önemi yok. Tek bir öğrencim de olsa, aynı özenle, aynı istekle veriyorum dersimi. Bütün ders

Hatırlanması gerekenler...

Resim
Geçenlerde gözüme çarpan bir nottu. 'Hindistan'da spritüelliğin dört kuralı' adı altında postalanmış bu notun kaynağını bilemiyorum, bulamadım, bilenler varsa paylaşırsa sevinirim. Çok hoşuma gittiği için burada da yer vermek istedim. Aslında her şeyi biliyoruz, sanki... Ama bilmiyor gibi davranıyoruz, unutuyoruz, tozlanıyoruz, kanıyoruz, aldanıyoruz... Hatırlamak için bana geldiği gibi, size de iyi gelir umarım. İlk kural der ki:  Karşına çıkan kişiler her kimse, doğru kişilerdir. Bunun anlamı şudur, hayatımızda kimse tesadüfen karşımıza çıkmaz. Karşımıza çıkan, etrafımızda olan herkesin bir nedeni vardır, ya bizi bir yere götürürler ya da bize bir şey öğretirler. İkinci kural der ki: Yaşanmış olan her ne ise, sadece yaşanabilecek olandır. Hiç bir şey, hem de hiç bir şey yaşadığımız şeyi değiştiremezdi. Yaşadığımızın içindeki en önemsiz saydığımız ayrıntıyı bile değiştiremeyiz. 'Şöyle yapsaydım, böyle olacaktı' gibi bir cümle yoktur. Hayır,

Yol

Resim
Avucumun içine bakıyorum, ince ince ve derin, saçlarıma bakıyorum rüzgarda havalanan, karışan, dolaşan ve uzun yollar var. Ellerimi kapatıyorum sıkı sıkı, sonra saçlarıma dokunuyorum, hissediyorum tüm yolları, kalbime bağlıyorum. Uzun zamandır gitmek istediğim, özlediğim ama bir türlü vaktinin gelmediği yolda bir dost benim yerime oraları arşınlıyor, pencerenin kenarında bekliyorum bir başka sevdiğimi, o da uzun bir yoldan geri dönüyor. Pencereye iz bırakan bulutlar, akşam olmadan tekrar evine doğru yolu tutuyor, yolu izliyor. Seyrediyorum, birden kollarımı açıyorum, kucaklıyorum tüm yolu. Biliyorum; yollar hepimizi birbirimize bağlıyor, beni kendime, kendimi sevdiklerime. Aklımda geldiğim, henüz gitmediğim, yolunu bilmediğim ama kalbimde gizlediğim, söylemek istemediğim yollar var. Benim yolumda sadece bana ait bir zaman geçerli… Her şey bütünlükle örülmüş, sarmaş dolaş olmuş, ayırmak istesen de ayrılamayan bir ahenkle . Bazen bir kabus gibi dişimi gıcırdatan, bazen uykumu biraz da

Cesur bebekler

Resim
"Anne" geçen haftanın ana konusuydu. Anneler günü reklamları, anneler günü kutlaması, hediye al, hediye ver bunların hepsi bir kenara, anneyle olan bağlantı ve bunların insanın üzerindeki etkisini düşündüm. Kendimi düşündüm, annemle olan ilişkimizi. Aile ne kadar önemli. Ailemizde ya da arkadaş çevresinde çoluk çocuğa karışanların sayısı gitgide artıyor. Öyle müthiş bir patlama yok, ama tek tük yeni isimler giriyor hayatımıza. Bir arkadaşım çocuğunun birinci yaş günü için bir parti düzenleyecek ve buna davet ederken, “çocukları olmayanlara onları nelerin beklediğini gösteririz” diye not düşmüş. Kendim yanıtlıyorum büyük bir sorumluluk. Sadece böyle tanımlamak yetmez, binlerce güzel bir yan ama sorumluluk benim dikkatimi çeken. Ben kendi çocuğum düşüncesine henüz buz gibi bakarken, kendi ailem, kendi annem ve babamla olan ilişkimi gözden geçiriyorum. Çocuklar dünyanın geleceği, şüphem yok. Anne ile babanın çocuğun üzerindeki etkisi çok önemli. Anne baba, çocuğuyla kurduğ